hakki20001bY8.8.1942'de Çankırı'da doğan Hakkı Kızıltan, 1961 yılında Ankara Atatürk Lisesi'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi, Fen Fakültesi, Fizik Bölümü'ne girmiş ve 1967'de lisans, 1969'da da fizik yüksek mühendisliği derecelerini almıştır. Kızıltan, 1967 – 69 yıllan arasında AÜ, FF'nde bilimsel yardımcı olarak çalışmıştır.

1969'da Hacettepe Üniversitesi, Fizik Enstitüsü'ne (daha sonra Fizik Mühendisliği Bölümü) asistan olarak giren Kızıltan, 1976'da çekirdek fiziği dalında doktorasını tamamladıktan sonra 1982'de Nükleer Fizik Anabilim Dalı'nda üniversite doçenti ünvanını almış. 1990 yılında da aynı anabilim dalında profesör olmuştur.

Prof. Kızıltan, 1986 – 88 yılları arasında Yüksek Öğretim Kurumu'nda Dünya Bankası Teknik Okullar Projesi'nde çalışmalar yapmıştır. Ayrıca, 1975 – 76 döneminde TMMOB Fizik Mühendisleri Odası yönetiminde görev almıştır.

Prof. Dr. Kızıltan, Fizik Mühendisliği Bölümü'nün kurulduğundan beri bu bölümde çalışmış ve değerli katkılarda bulunmuş bir üyemizdir. Prof. Kızıltan, 1971'de HÜ, Fizik Enstitüsü'nde yeni kurulmaya başlanan Çekirdek Fiziği Araştırma Laboratuarı'nda doktora çalışmasına başladıktan sonra, bu laboratuarın hem kuruluş aşamasında hem de gelişmesi sürecinde özveriyle çalışmıştır.

Prof. Kızıltan'ın, bölümümüzün gerek kuruluş aşamasında gerekse daha sonraki gelişme sürecinde üzerine düşen her görevi yüksünmeden üstlenerek başarıyla sonuçlandırması, üzerinde durulması gereken bir konudur. Sevgili arkadaşımız Prof. Kızıltan'ın yirmi iki yıla varan çalışması, herkes için büyük bir kazanç olmuştur.

Öğrencilerinin iyi bir insan, iyi bir mühendis ve başarılı bir bilim adamı olmaları için tüm meslek yaşamı boyunca bıkmadan usanmadan çalışmış olan Prof. Kızıltan, gerek bölümümüzde gerekse üniversitemizde saygın bir yer edinmiş, sevilen bir üyemizdir.

Prof. Kızıltan, evli ve bir çocuk babasıdır.

Prof. Dr. Hakkı Kızıltan, 17.7.1991 günü geçirdiği bir kalp krizi sonucu aramızdan ayrılmıştır [Prof. Dr. İ. Hakkı Kızıltan’ın Anısına adlı kitaptan, HÜ, Fizik Mühendisliği Bölümü, 1991].


––––––––––

29 yıllık bir dost

Hakkı benim meslektaşımdı; bunun ötesinde, kendisiyle otuz yıla yakın bir dostluğumuz vardı. Üniversiteye birlikte girdik. HÜ’nin Fizik Mühendisliği Bölümü’nün kuruluşundan beri de birlikte çalıştık. Gerçi fizikteki dallarımız ayrıydı ama, gerek bölümün kurulması sırasında gerekse daha sonraki gelişme döneminde hep birlikteydik. Fizik Mühendisliği Bölümü'nün bugünkü durumuna gelişinde Hakkı'nın küçümsenmeyecek bir payı vardır. Bölümün işlerinden hiçbir zaman kaçmamış, tam tersine bu işleri birinci derecede tutarak konulara ciddi bir biçimde eğilmiş ve elinden geldiğince çalışmış, çabalamış ve başarmıştır.

Hakkı'nın insanlık yönü, üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Hakkı uygar bir kişi idi; efendi, sevecen, saygılı, saygısızlıktan nefret eden ve, hepsinden önemlisi, gerçek bir dosttu.

Dostlarının her türlü sorunları ile ilgilenir, dostları için özveriyle elinden geleni yapardı. Dostlarıyla rakı sofralarında sohbetten çok hoşlanır, bırakmayı düşünmekle birlikte sigara içmeyi severdi. Sakin bir kişiliği vardı; sesini yükselttiğini hemen hiç kimse duymamıştır, iyi bir aile babasıydı; ailesine düşkündü. Kendisine yapılan kırıcı davranışları, eğer bir art niyet yoksa, gülümseyerek hoşgörüyle karşılar, kırılmazdı. Kendisi de kimseyi kırmamaya özen gösterirdi. Öyle sanıyorum ki tüm yaşamı boyunca hiç kimseye kırıcı bir davranışta bulunmamıştı.

Hakkı'nın ilginç bir özelliğini burada belirtmek isterim. Diyelim ki bir sorunuz var ve bunu Hakkı'ya söylediniz. İçten bir şekilde onunla ilgilenir, ancak çoğu kişinin yaptığı gibi, hemen bir çözüm önermez ya da akıl yürütmez. Size bazı sorular sorarak o konuda konuşmanızı derinleştirir ve siz bir süre sonra bakarsınız ki Hakkı ile konuşa konuşa sorunuza çözüm bulmuşsunuz.

1969 – 70'li yıllarda yine bir hocamızı böyle beklenmedik şekilde yitirmiştik. Cenaze töreni sonunda bir açık hava kahvesinde oturmuş dertleşiyorduk, Hakkı, Rıza Sungur ve ben. Rıza bir ara şöyle dedi: “Bir gün gelecek ikimiz, üçüncümüzü sırtında taşıyacak, sonra da kalanlarından biri diğerini.” O zamanlar çiçeği burnunda üç asistan idik. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben hiç birimize bu gerçeği kondurmuyordum. Meğerse ilk olarak Rıza ile ben Hakkı'yı taşıyacakmışız.

Hakkı, geçtiğimiz yıllarda bir gazetedeki köşe yazarının bir yazısındaki şu cümleyi çok beğenmişti: “Her ölüm, bir erken ölümdür.” Onun için de öyle oldu.

Hakkı, bir kişi hapşırdığında “çok yaşa” demezdi, “iyi yaşa” derdi ve eklerdi, “önemli olan çok yaşamak değil, iyi yaşamaktır.”

29 yıllık bir dostunu yitirmek insana çok acı gelebilir, ama ondan da acısı ne olabilir biliyor musunuz? Böyle bir dostla 29 yıl dostluk yapamamış olmak. Ben Hakkı ile iyi ki dost olmuşum ve doya doya 29 yıl dostluk etmişim. Darısı diğer dostların başına [Prof. Dr. Demir İnan, ibid.].

––––––––––

Ben ayrıcalıklıyım

İnsanlar, kendi aralarında konuşurken her zaman “İnsan dediğin efendi olmalı, dürüst olmalı, özüyle sözü ve yaptığı birbirine uymalı …” derler.

Bunu derler de, çoğunlukla çevremizde bu tanımların hepsine birden uyan, parmakla gösterilen bir kişi bulamayız. Nedense bu sözler hep lafta kalır çoğu zaman.

Yukarıdaki tanıma uyan bir kişiyi varlık olarak uzaktan görmek bir mutluluktur; konuşmak daha bir ayrıcalık; onunla uzun yıllar her sabah günaydınlaşıp akşamları “Yarın görüşmek üzere iyi akşamlar,” deyip ayrılmak ve böylece bütün gün, ay ve yılları bir arada yaşamak ise insan hayatına hem ayrıcalık hem doyulmaz mutluluk katar.

İşte ben bu mutlu ayrıcalıklı kişilerden biriyim, çünkü Hakkı ile böyle yaşayanlardanım [Prof. Dr. Erol Öztekin, ibid.].

––––––––––

Bir kez olsun "hayır" diyebilseydi!

Sevgili Hakkı'yı benim gibi yakından tanıyanlar bilirler, onun lügatında “hayır” sözcüğü yoktu. Yaşamı boyunca o sözcüğü hemen hemen hiç kullanmadı.

Onu ilk kez, 1970 yılında HÜ'ne geldiğimde tanıdım ve o yıldan bu yana da aralıksız birlikte oldum. Bu süre içinde en kötü durumlarda bile “hayır” dediğine tanık olmadım. Hep o olumlu yanı bulmaya çalışır dururdu. Ne olurdu yaşamı boyunca bir kez “hayır” diyebilseydi! Son anda bile diyemedi.

Belli ki, Hakkı için “hayır” demek, sevdiklerinden ayrı kalmaktan daha zordu [Prof. Dr. Fevzi Apaydın, ibid.].